Usçuluk.
Ulusçuluk.
(Philosophical Dictionary) :
(Os. Milliyetperverlik, Fr. Nationalisme). Bir ulusu yeğleyen öğretilerin genel adı... Ulusçuluk, ulus olarak insanlığı ve vatan olarak evreni tanıyan evrendesliğe (kozmopolitizm) karşı bir ulusu yeğlemek anlamındadır. Kendi ulusunu sevmek ve onu yüceltmeye çalışmak gibi ılımlı olanlarından kendi ırkını bütün dünyaya egemen kılmak (reasizm) gibi aşırı olanlarına kadar bir ulusu yeğleyen bütün öğretileri kapsır... Ulus (Os. Millet, Fr., Al., İng. Nation, İt. Nazione), tarihsel süreçte anamalcılığın ortaya çıkışıyle meydana gelmiş bir topluluktur. Feodal üretim düzenine uygun düşen dinsel-ümmetçi topluluklar, ekonomik çıkarların ulusal pazarlar çerçevesinde birleşmesiyle uluslara ayrılmıştır. bkz. Evrendeşçilik.
Usçuluk.
(Philosophical Dictionary) :
(Os. Akliyye, Fr. Rationalisme, Al. Rationalismus, İng. Rationalism, İt. Razionalismo). İnan'a karşı usu çıkaran ve her türlü doğaüstü verileri tanımayan öğretilerin genel adı... Usçuluk, gerçek anlamıyla, usa dayanan ve usdışı olan her şeye karşı koyan öğretilerin genel adıdır. Ne var ki felsefe tarihinde usçuluk, us kavramı gibi, çeşitli yönlere çekilmiş ve ters anlamlarda da kullanılmıştır. örneğin metafizik öğretilere göre us, insana, gerekli bilgileriyle birlikte Tanrı tarafından verilmiştir, mantıksal ilkeler deneylere indirgenemezler. Skolastik felsefe, gerçekdışı inançlar güden idealizme gerçekçilik (realizm) adını vermektedir. Usçuluk, metafizik anlayışa uygun olarak, görgücülük (ampirizm) akrşıtı kullanılmış ve bütün insanlarda doğuştan, değişmez bir us bulunduğunu; bu usun da önsel, tümel, zorunlu, deneydışı gerçeklik taşıdığını ileri süren öğretilere usçu adı verilmiştir. Bundan başka usçuluk, gizemcilik (mistisizm), ya da gelenekçilik (tardisyonalizm) karşıtı olarak, usun egemenliğini ileri süren ve kuramsal alanda duyguların, sezilerin, geleneklerin rolünü yadsıyan öğretileri de kapsamaktadır... Gerçek anlamda us, insan doluşmasında meydana gelen insanca bir yetidir ve insan iblgisinin sınırlarıyle sınırlıdır. Bu sınırların dışında kalan her şey usdışıdır (irrasyonel). Ussal veriler, pratikle doğrulanarak gerçeklik kazanırlar. Usçuluk, nesnel gerçekliği bu sağlam bilgilerle açıklayan öğretileri tanımladığı gibi, bunu tam karşıt anlamında inanın usa uygun bulunduğunu ileri süren tanrıcı öğretileri de tanımlar. Bilg kuramında, us (bilinç)la eylem'in, kuram'la kılgı'nın diyalektik bağımlılığını göstererek usçuluğu aşmış bulunan eytişimsel özdekçilik dışında genellikle, bilgilerimizin kaynağı üstünde ileri sürdükleri tezlere göre, felsefe öğretileri dört bölümde toplanır: 1. bilgilerimizin ustan geldiğini ileri süren bütün öğretiler usçuluk (radyonalizm), 2. Bilgilerimizin duyumlarımızla geldiğini ileri süren bütün öğretiler duyumculuk (sansüalizm), 3. Bilgilerimizin doğuştan geldiğini, doğdumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut bulunduğunu ileri süren bütün öğretiler doğuştancılık (ineizm-nativizm), 4. Bilgilerimizin sezgimizle elde edildiğini ileri süren bütün öğretiler sezgicilik (entüvizyonizm-mistisizm) adı altında toplanırlar. Oysa, doğuştancılar da usçudurlar, çünkü bilgilerimizin doğduğumuz anda usumuzda mevcut bulunduğunu savunurlar. Buna karşı Alman düşünürü Immanuel Kant gibi usçulukla duyumculuğun bireşimini yapan eleştiriciler (kritisizm) ve saltık gerçeğin usumuzla olduğu kadar duyumlarımızla da algılanamayacağını savunan bilinemezciler (agnostisizm) de vardır. İlk usçu sayılan antik çağ Yunan düşünürü Sokrates, gerçekte, doğuştancıdır. Çünkü Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuşumuzda mevcuttur, eğitimle ancak meydana çıkarılabilir, uyandırılabilir. Sokrates gibi usçu sayılan antik çağ Yunan düşünürü Platon da gerçekte doğuştancıdır, ona göre de bilgilerimiz doğduğumuz anda mevcuttur, o kadar ki dünyada görülenler bizde mevcut olan bu bilgilerin (ideler-idealizm) gölgelerinden başka bir şey değildir, insanlar da ilkin ideler alemindeydiler ve tüm bilgiydiler, dünyaya gelirken işte bu mevcut bilgilerini getirmektedirler. Antik çağ Yunan düşüncesinin büyük bilgini Aristoteles, ilk kez, bu doğuştancılığa karşı çıkarak, gerçek usçuluğu savunmaktadır. Aristoteles'e göre usumuzda bilgi yoktur, bilgiler duyumlarımızla deneylerden elde ettiğimiz unsurlardan usumzu tarafından yapılır. Daha açık bir deyişle us, bilgi taşıyıcısı değil, bilgi yapıcısıdır, bili yapmak için gerekli malzemeyi dış dünyadan alır. Gerçek usçulğun anlamı da bundan ibarettir. Aristoteles usu, etkin us (aktif akıl) ve edilgin us (pasif akıl) olmak üzere ikiye ayırır, deney ve gözlmemlerle elde edilen özdeksel malzemeyi algılayan edilgin us, bu malzemeden bilgi yapan da etkin ustur. Aristoteles bu düşüncesiyle, Alman düşünürü Immanuel Kant'a öncülük etmektedir... "Düşünüyorum, öyleyse varım" formülüyle varlığını düşünceye ve dolayısıyle usa indirgediğinden ötürü usçu sayılan Fransız düşünürü Rene Descartes, gerçekte, usa pek az iş barakmaktadır. Descartes'a göre nesnelerin niteliklerine özgü bilgiler uduyumlarınişidir, başkalarından öğrendiğimiz bilgiler imgelenim (muhayyile) işidir, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler belleğin )afıza) işidir, ancak Tanrılık bilgileridir ki ussal "seziş"in işidir. Descartes, şüpheci yönteminde ustan yola çıktığı halde bu sonucu işi bile doğrudan usa vermemiş ve sezgiye bağlamıştır. Spinoza da bu anlamda sezgicidir. O da "ussal sezig"nin sözünü eder. Bütün bilinemezciliğine ve mistikliğine karşı usu en iyi değerlendiren gene de Kant olmuştur. bkz. Us, Usaaykırılık, Bilgi, Bilgi Kuramı, Kuram ve Kılgı, Eytişimsel Özdekçilik, Dekartçılık, Eleştiricilik, Hegelcilik, Öznel Düşüncecilik, Nesnel Düşüncecilik, Saltık Düşüncecilik, Düşüncecilik, Türcülük.
Varoluşçuluk.
(Philosophical Dictionary) :
(Fr. Existentialisme). İnsanın kendi varlığını kendisinin yarattığını ileri süren Heidegger'in öğretisi... Alman düşünür Martin Heidegger (1899- ) 1927 yılında, Danimarkalı gizemci düşünür Soeren Kierkegaard'ın (1813-1855) gizemci düşüncelerinden yararlanarak varoluşçuluk (egzistansiyalizm) öğretisini ortaya atmıştır. Varoluşçuluk öğretisi, insanın kişisel anlamını değerlendirmeye ve yaşama sürecinde kendi yolunu kendi seçmesi gerektiğini yasalaştırmaya çalıştığı için Tanrısız bir alanda bile idealizme eğiglimli olanlarca tutulmuş ve hemen bütün dünyaya yayılmıştır. Kısa bir süre içinde iki kampa ayrılmış ve Gabriel Marcel'in (1889- ) önderliğinde Tanrıcı varoluşçuluk, Jean-Paul Sartre'ın (1905- ) önderliğinde Tanrısız varoluşçuluk adını alarak gelişmeye başlamıştır. Karl Jaspers (1883- ), Lev Chestov (1866-1938), Nicolas Berdiaeff (1879-1948) gibi düşünürler bu öğretiyi savunmuşlardır. Varoluşçuluk öğretisine göre evrende kendi varlığını kendisi yaratan tek varlık, insandır. İnsandan başka bütün varlıklar, varoluşlarından önce yapılmışlardır. Daha açık bir deyişle, ağaç ağaçlığını kendisi yapmaz, ama insan insanlığını kendisi yapar. Ancak insandır ki kendisini nasıl yaparsa öylece varolur, değerlerini kendi yaratır, yolunu kendi seçer. İnsan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur, hayata anlam veren yaşayan insandır. Yeryüzünde insana yol gösterecek, kendisinden başka, hiç bir şey yoktur. İnsan, kendi kendisini yarattığı için, özgür ve sorumlu olmak zorundadır. Bunaltı, bu sorumluluğu duymaktır. Ama bu bunaltı, insanı eylemden ayırmaz, tersine, eyleme zorlar... Varoluşçuluk, görüldüğü gibi, nesnel varlığı insansal varlığa, insansal varlığı kişisel varlığa, kişisel varlığı da kişisel düşünceye indirgemekte ve zorunlu olarak idealizme varmaktadır. Bu idealizm, Alman düşünürü Fichte'ninki gibi öznel bir idealizmdir. Heidegger'e göre, "evren, ancak içinde insansal varlık bulundğu oranda vardır". Öyleyse insanın dünya üstünde belirmesinden önce dünya da yoktu. Kaldı ki bu dünya, varoluşçuluğa göre, insan türünün varlığıyle değil tek tek insanların kişisel düşünceleriyle varlaşmaktadır. Bu sonuç da varoluşçuluğu kaçınılmaz olarak tekbenciliğe (solipsizm) götürür ve "kendimden başka hiç bir şey yoktur" saçmasına vardırır. Nitekim varoluşçuluğa göre evren, insan'a karşıdır, mantıksal olarak anlaşılmazdır ve ölüm gibi fizikötesi bir anlaşılmazlıkla son bulmaktadır. Varoluşçu Jaspers'e göre, "felsefe yapmak, ölmesini öğrenmektir". Varoluşçuluğun sorumluluk duygusu olarak göstermek istediği bunalım, gerçekte bu ölüm korkusunun sonucudur. Bu korkuysa insanı ancak kişisel çıkarlarının ve yaşamının eylemine itebilir, başkaca hiç bir olumlu toplumsal ya da bilimsel eyleme itemez. Varoluşçuluk, her bakımdan, tipik bir idealist öğretidir. Varoluşçuluğa göre insan, kendisini nasıl yaparsa öyle olur, eşdeyişle lçiftçi çiftçi olmak istediği için ya da çiftçice düşündüğü için çiftçi olmuştur. Bilim, bu varsayımın tam tersini tanıtlamaktadır; çiftçi çiftçi olduğu için çiftçice düşünür, çiftçice düşündüğü için çiftçi olmuş değildir. İnsan, kendisini nasıl isterse öyle yapamaz, karmaşık dış ve iç koşulların zorunluğuna bağlıdır. İnsanın özgürlüğü bu zorunluğun bilgisine erişerek zorunluğun doğrultusunda gerçekleşir. İnsan, özgürlüğünü varoluşçu anlamda kullanmaya kalkarsa toplumla çatışmaya girer. Nitekim varoluşçular da topluma karşı çıkmakta ve toplumun kişiyi bireyselliğinden yoksun kıldığını ileri sürmektedirler. Oysa insan, toplumsal bir varlıktır ve toplumdan koparılırsa ölüm korkusuyle titremekten başka yapacağı hiç bir şey kalmaz. Kaldı ki insanı toplumdan ayırarak bir başına ele almak, onu, metafizik anlayışa uygun olarak soyutlamaktır. Varoluşçuluk, hangi bakımdan ele alınırsa alınsın, metafizik alanda boy gösteren bir öğreti olmaktan kazınamamaktadır. Varoluşçuluğun ayırıcı niteliği, kişisel tedirginliği, bu tedirginliğin nedenlerini çözümlemeye çalışacağı yerde, topluma karşı çıkmaya yönelterek gidermek istemesidtir. Bu istekse, toplumsal bir ranarşi doğurarak kişisel tedirginliği büsbütün arttırmaktan başka hiç bir sonuç sağlayamaz. bkz. Usaaykırılık, Varoluş, Tekbencilik, Öznel Düşüncecilik, Özgürlük, Zorunluk.
Yeni Ogüstinusçuluk.
(Philosophical Dictionary) :
bkz. Hıristiyan Felsefesi.