dek


Results for "dek"

Philosophical Dictionary

Metafizik Özdekçilik.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Maddiyyei mâbâdettabiîyye, Fr. Materialisme metaphysique). Eytişimsel olmayan özdekçilik... Kaba özdekçilik'le mekanikçi özdekçilik anlayışlarını kapsar. Eytişimsel olmayan bütün özdekçilik anlayışalrı zorunlu olarak metafiziktirler. Bu bakımdan metafizik özdekçilik deyimi bütün anlamlarında eytişimsel özdekçilik deyiminin karşıtıdır. Deyim, özdekçiliği metafizik yöntemle biçimlendirme ve anlama'yı dilegetirir. bkz. Kaba Özdekçilik, mekanikçi Özdekçilik, Metafizik, Özdekçilik, Eytişimsel Özdekçilik, Metafizik Yöntem.
Philosophical Dictionary

Özdek.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Madde, Fr. Matiere, Al. Materie, İng. Matter, İt. Materia). Bilinçten bağımsız olarak var olan her şey... Bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan her şey özdektir. Bu anlamda özdek, nesnel gerçek (objektif realite) olarak tanımlanır. İnsan, özdeği duyumlarıyle algılar, Bir dış gerçek olan özdeğin var olması için insan bilinci gerekli değildir, dış gerçek insanın ve böylelikle bilincin yeryüzünde varlaşmasından önce de vardı. Özdeğin özü devimdir (hareket). Devim özdekte bir özgüç (otodinamizm) olarak belirir. Özdek, devimselliği ve değişkenliği gereği, sayısız biçimleri kapsar: Taş, insan, yıldız, ısı, yerçekimi, elektromanyetik dalga, radyasyon, kozmik nebülöz... Antik çağ Yunan düşüncesinde ilk seziler (THales, Anaksimandtros, Anaksimenes) ilk nedeni canlı özdek olarak tasarlamıştı (hilozoizm). Anaksimenes'in ruh (psike) olarak adlandırdığı ilk neden soluk ya da hava özdeksel bir nitelikteydi. Sonra, bu ilk neden katı, som, bölünmez (atom) bir gerçek olarak düşünüldü (Leukippos, Demokritos). Demokritos tanrıların bile incecik atomlardan meydana geldiğini ileri sürüyordu. Demokritos'un bu atomcu özdek anlayışı, tanrılar bir yana XIX. yüzyıla kadar geldi. Bu arada ilk olarak ruhun, özdeğin dışına çekilerek, ondan büsbütün ayrı bir şey olduğu ortaya atıldı. Ne var ki bu savı ortaya atan da (Anaksagoras) bir atomcu özdekçiydi. Anaksagoras, kendiliğinden devimselliği sezmiş bulunan büyük diyalektikçi Herakleitos'un tersine, devimin özdeğe dışarıdan verilmiş olması gerektiğini düşünmüş ve bu devim vericiliğini de ruha yakıştırmıştı. Anaksagoras bu kımıldatıcı güce nus (ruh-akıl) adını veriyordu. Gerçekte Herakleitos da evrensel bağımsızlığı v ebirliği buna benzer bir kavramla, logosla dilegetirmişti. Özdeksel beynin özel bir fonksiyonu olan us, yavaş yavaş karşıtına dönüşürek kendine yabancılaşmaya ve karşıt bir güç olarak belirmeye başlamıştı. Büyük soyutlayıcı Platon'la büyük biçimci Aristoteles spekülatif düşünceleriyle özdeğin bu yabancılaşmasını tamamladılar. bilim henüz emekleme çağını yaşıyordu. Bilimsel deney ve gözlemlerle denetlenmeyen spekülatif düşünceler ve varsayımlar başları boş bir durumda çeşitli alanlara yayılıyorlardı. Böylece, ilkel diyalektik anlayışın yerine yeni bir anlayış olan metafizik geçiyordu. Artık, bütün ortaçağ süresince, soyut kavramlardan kurulu soyut, durgun, hiyerarşik bir evren düşlenecekti. Bu düş evrenin özdekleri de gerçekliklerinden soyutlanmış birer düş özdekleri olacaklardı. Ortaçağ Hıristiyan skolastiğinin düşünsel temelleri olan Platon ve Aristoteles'e göre özdek, kendine anlam kazandıran ide ve biçim dışında düşünülürse, belirsiz bir şeydir. Platon onu büsbütün yok sayar, özdek yokluktur ve ancak idenin kendisine vereceği biçimle yvarlaşır. Aristoteles onu bir hiyerarşiye bağlar, özdek yetkin olmayıştır ve her basamak kendisinden daha yetkinin özdeğidir. Bu anlayışlar özdeğe şu nitelikleri yakıştırır: Tamlığa ve yetkinliğe direnen, kaba, durgun, çirkin ve biçimsiz, budala, varlığı yadsıyan, oransız ve olumsuz... Artık, bütün ortaçağ boyunca metafizik anlayış içinde özdeğin nitelikleri bunlar olacaktır. Özdeği küçümseme ve ondan kurtulma çabalarının düşünsel temeli bu anlayıştır. Önce katı ve som bir şey sayıldığı halde sonra yokluk'a indirgenen ve daha sonra yoklukta kabalık olarak ele alınan özdek, nesnel gerçekliğini, doğayı gözlem ve deneylerle incelemenin gerektiğini ileri süren Roger Bacon'un (124-1294) izinden yürüyen Kepler (1571-1630), Galile (1564-1642) ve Francis Bacon'ın (1561-1626) çalışmalarıyle kazanmıştır. İngiliz düşünürü Locke (1632-1704), gittikçe gelişmekte olan bilimlerin kendisine verdiği bir açıklıkla, düşüncelerin deney ve gözlemlerden geldiğini ve bundan ötürü özdeksel bir temele dayandığını tanıtlamıştır. Özdek, XIX. yüzyılın diyalektik anlayışı içinde bilimsel anlamına kavuşur: Özdek, zaman ve mekân içinde devim ve değişmeden ibaret bulunan somut ve nesnel bir gerçektir. Özdeksel evren, her şeyin her şeye bağlı ve ilişkili bulunduğu somut bir bütün olduğundan bu evrende olup bitenlerin hepsi ancak özdeksel süreçlerle açıklanabilir. Yanlış anlayışlar, bilimlerin yardımından yoksun bulunduklarından ötürü, özdeğin özüyle biçimini birbirine karıştırmaktan ve bunların aralarındaki ilişkiyi diyalektik bir açıdan görememekten, bilinci insan özdeğinden soyutlayıp insan özdeğinin karşısına dikmekten ve bu yetişmiyormuş gibi bir de özel nitelikleri olan belli özdekleri soyutlayıp soyut bir özdek kavramı ortaya atarak iki soyutluğu birbirleriyle tutuşturmaktan ve bütün bu soyutlamaların sonunda zorunlu olarak soyut bir evren elde etmekten doğmuştur. bkz. Töz, Öz, Özdekçilik, Özdeksizcilik, Düşüncecilik, Kaba Özdekçilik, Eytişimsel Özdekçilik.
Philosophical Dictionary

Özdekçilik.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Maddiyye, Fr. Materialisme, Al. Materialismus, İng. Materialism, İt. Materialismo). Dış dünyanın nesnel varlığını tanıyan ve özdeğe öncelik veren felsefe akımı... lDış dünyanın nesnel varlığını dolaylı ve dolaysız olarak çeşitli biçimlerde dolaylı ve dolaysız olarak çeşitli biçimlerde yadsıyan ve bilince öncelik veren tinselcilik (ruhçuluk, spiritüalizm) ve düşüncecilik (idealizm) gibi metafizik düşünce sistemine bağlı öğretilerin tam karşıtında yer alır. Özdekçilik temel düşüncesi ilkin her aklı başında olanın yadsımayı aklından geçirmediği bir kendiliğinden özdekçilik (spontane materyalizm) evresi geçirdikten sonra felsefe alanına girmiş ve tarihsel süreçte şu akımlarla ileri sürülmüştür: İlkel atomizm (Leukippos, Demikrotis), hilozoizm (Thales, Anaksimandros, Anaksimenes), ilkel diyalektik materyalizm (Herakleitos), antik materyalizm (Anaaksagoras, Empedokles), atomcu materyalizm (Epikuros, Lukretius), materyalizm eğilimli nominalizm (Duns Scotus, William of Occam), Rönesans atoımculuğu (Petrus Gassendi), mekanist materyalizm (Bacon, Hobbes), spontane materyalizm (Thomas Huxley), XVIII. yüzyıl mekanismt materyalizmi (Toland, PRiestley, Helvetius), ansiklopedicilerin materyalizmi (Diderot, La Mettrie), vitalist materyalizm (Vogt), agnostisizm adı altında gizlenmiş materyalizm (Hume, Kant, Comte), XIX. yüzyılın ilk yarısı materyalizmi (Feuerbach, Herzen, Bielinski, Çernişevski, Dobroliubov), diyalektik ve tarihsel materyalizm (Marx ve Engels)... Antik çağın dünya ve onun nedenleri üstündeki ilk sezileri özdekçidir (hyle). İlk düşünür Thales'e göre ilk neden su özdeğidir. İkinci düşünür Anaksimandros ilk nedeni sonsuz olan bir özdek (apeiron) saymaktadır. Üçüncü düşünür Anaksimenes ilk neden olarak, ilk kez, ruh (psykhe) sözcüğünü ortaya atıyor, ama bu ruh özdeksel nitelikte bir soluktur. Herakleitos, ötekilerden ayrılarak ilk neden saydığı ateşi çok abşarılı bir seziyle özdeksel bir devim ve değişme süreci içinde görmektedir. Böylece ilk düşünürlerde beliren özdeğin canlı'lığına devimli'lik ve değişken'lik nitelikleri de katılmıştır. Özdekten ayrı ve özdeksel olmayan bir ruh düşüncesi, ilk kez, bir akıl-ruh (nus) kavramı içinde atomcu bir özdekçi olan Anaksagoras (İ.Ö. 500-428) tarafından ortaya atılmaktadır. İlk özdekçi düşünceler deney öncesi ileri sürülmüş olmaları ve çağlarının bilimleriyle doğrulanamamaları yüzünden karşıt tinselci (ruhçu, genel anlamda idealist) düşünceleri gerektirmiştir. Bu yüzden, başlangıçta diyalektik olan özdekçilik uzun bir süre sinmek zorunda kalacak ve diyalektikle birlikte küçümsenecektir. Hıristiyan öğretisiyle birleştirilen Platon ve Aristoteles metafiziği bütün ortaçağı kaplamaktadır. Ortaçağ metafiziğinin içinde özdekçiliğin ilk kımıltısı adcılıkta (nominalizm) belirmiştir. Soyut kavramların gerçek olmadıklarını ve birer addan ibaret bulunduklarını savunan adcılardan Duns Scotus (1266-1308) özdeğin düşünebileceğini ileri sürmüştür. Başka bir adcı, Wİlliam of Ockham'a (1270-1347) göre ussal ve bilimsel birmetafizik mümkün değildir. Özdekçilik, böylece, karşı düşünceyi savunan gerçkeçilerle (realizm) büyük savaşına başlamıştır. Bu savaş XVIII. yüzyıla kadar sürecek bir tinselciliğin kesin yenilgisiyle son bulacaktır. Doğa bilimleri gelişmeye ve özdekçiliği her gün biraz daha doğrulamaya başlamıştır. Kopernikus (1475-1543), Kepler (1571-1630) ve Galile'nin (1564-1642) bilimsel başarıları birbirini kovalamaktadır. Doğayı gözlem ve deneylerle incelemek gerektiğini ileri süren Roger Bacon'ın (124-1294) izinden yürüyen Francis Bacon (1561-1626) devimin özdeksel bir nitelik olduğunu ileri sürmektedir. lkİngiliz özdekçiliğini ve bütün deneysel bilimin babası sayılan Bacon'ın özdekçiliğini bir başka İngiliz düşünürü Thomas Hobbes (1588-1679) dizgelemiştir. Hobbes'a göre felsefe yapmak, doğru düşünmektir. Düşünmekse katmak, ayırmak, toplamak, çıkarmak tek sözle saymak demektir. Öyleyse doğru düşünmek birleştirilmesi gerekeni birleştirmek ve ayrılması gerekeni ayırmaktır. Birleşebilen ve ayrılabilen şeyler özdeksel nesneler olduğuna göre felsefenin özdeklerden başka bir konusu olamaz. Soyut kavramlar, felsefe konuları değil, inan konularıdır. Düşünceyi, düşünen özdekten ayıramayız... Bir başka İngiliz düşünürü, John Locke (1632-1704) da düşüncelerimizin kaynağının duyularımızla kavradığımız gerçek dünyada olduğunu tanıtlamaktadır. Locke'a göre doğuştan bilgi olamaz, hem doğuştan bulunmak hem de bilinmemek çelişiktir. Kendisine sözü edilmeyen bir bilgiyi kendiliğinden bilen tek kişi göserilemez. Bilgiler duyulur yoluyle alınırlar, soyut kavramlar bile duyulur yoluyle edinilir. Önsel, deney dışı bilgi yoktur. Duygularımız olmasaydı düşüncelerimiz de olmayacaktı... Bu düşünceler Fransız özdekçilerinin elinde mekanikçi (mekanizm) bir anlayışa yönelmiştir. La Mettrie'ye (1709-1751) göre insan bir makinedir, düşünceler de mekanik devimlerdir. İnsanın düşünebilmesi beynin kıvrımlarının çoğalmış ve incelmiş olmasındandır. İnsan, madenden bitkiye, bitkiden hayvana geçen ve derece derece yükselen organizma evriminin ürünüdür... Özdrekçiliğin metafizik bir ranlayışla ortaya atılması olan mekanikçilik, Isaac Newton (1642-1727) mekanikçiliğinin etkisiyle oluşmuştur. Mekanikçi anlayış, devimi bir yer değiştirme sayar. Daha açık bir deyişle mekanikçi görüş, çeşitli devim biçimleri arasında sadece yer değiştirme biçimini görür ve doğayı bu yer değiştirmeyle açıklamak ister. Mekanik devim, devmiin en kolay anlaşılır biçimidir ve çekiciliği de bu yüzdendir. Mekanik devim, nesnenin kendisini değil, yerini değiştirir. Nesne gene olduğu gibi, metafizik anlamdaki devimsizliği ve durallığı içinde kalır. Bu görüş Descartes'ın (1596-1650) özdekçi yanından geçerek Fransız özdekçilerini etkilemiştir... Mekanikçilikten bir dereceye kadar kurtulan Fransız özdekçisi Diderot'dur (1713-1784). Diderot, diyalektik özdekçiliğin vardığı sonuçlara pek yaklaşmış olan çok önemli bir düşünürdür... Özdekçilik, gerçek ve yetkin anlamına, XIX. yüzyılda diyalektik ve tarihsel özdekçilikle ulaşmıştır. Diyalektik ve tarihsel özdekçiliğe göre özdek, bilincin dışında ve bilinçten bağımsız olarak var olan nesnel gerçektir. Özdeksel evrenin doğal ve toplumsal bütün olayları özdeksel bir temelden yola çıkılarak açıklanabilir... Özdekçilik temel düşüncesi kendiliğniden özdekçilik evresinden sonra sırasıyle Hint, Çin ve Yunan düşünürlerinin safça sezilerini ve savlarını kapsayan antik özdekçilik, XVII ve XVIII. yüzyılların mekanikçiliğinden etkilenen mekanikçi özdekçilik, eytişimden yoksun ve aşırı savları içeren kaba özdekçilik, tanrıtanımazlıkla dilegetirilen ve özellikle Alman düşünürü Feuerbach tarafından ileri sürülen antropolojik özdekçilik evrelerinden geçerek bilimsel dilegetirilişini eytişimsel ve tarihsel özdekçilki anlayışında bulmuştur. bkz. Eytişimsel Özdekçilik, Tarihsel Özdekçilik, Kendiliğniden Özdekçilik, Kaba Özdekçilik, Mekanikçi Özdekçilik, Özdek, Tinselcilik, Düşüncecilik, Metafizik, Eytişim.
Philosophical Dictionary

Özdeksizcilik.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Lâmaddiyye, Fr. Immaterialisme, Al. Immaterialismus, İng. Immaterialism. İt. İmmaterialismo). Özdeğin var olmadığını savunan Berkeley'in öğretisi... İngiliz düşünürü, bir ara Amerika'da misyonerlik de etmiş olan Protestan piskoposu Georges Berkeley'e (1685-1753) göre evrende özdek yoktur. Renk ancak onu gören için, korku ancak onu duyan içindir. Onları var eeden bizim onları algılayan varlığımızdır, onları algılayan varlığımız olmasaydı onlar da olmazlardı. Nesnelerle onların bizdeki düşüncesi bir ve aynı şeydir, nesneler düşüncelerdir. Cisimlerin objektif varlıkları yoktur, onları var eden biziz. Tinden ayrı bir töz, bir özdek yoktur; özdeği özdek eden tindir (ruh), tinin algılarıdır. İnsanlar, sonsuz güçlü ruhun etkisiyle düşünceler algılayan ruhlardır. Su kumaşın kırmızı olduğu kesin değildir. Gözleri bizim gözlerimizden başka yapıda olan hayvanlar ve örneğin sarılığa tutulmuş insanlar bu kumaşı başka renklerde görebilirler. Öyleyse renk kumaşta değil gözdedir. Var olan bir şey, kendinden başka bir şey olması mümkün bulunmayan bir şeydir. Oysa nesneler çeşitli algığlara göre çeşitli şeyler, başka deyişle kendileriyle aynı kalamayan şeylerdir. Örneğin önümüzde duran bir kap su, elimiz sıcaksa soğuk, elimiz soğuksa sıcaktır, başka deyişle, kendi kendisiyle aynı değildir. İnsanın hafif bulduğunu karınca ağır bulur. Bütün bunlar özdeğin sadece insan düşüncesinde var olabileceğini ve gerçekte var olmadığını göstermektedir. Usumuz bu düşünceleri kendi başına yaratamayacağına göre, daha güçlü bir usun bizim usumuzu yarattığı pek açıktır. Düşüncelerimiz bu ulu yaratıcının buyruklarından ibarettir... Berkeley'in önemi, metafizik anlayışı, tümüyle özetlemiş olmasındadır. Fransız düşünürü Malebranche'ı (1638-1715), kendisiyle karşılaşınca, heyecandan öldürecek kadar çağdaşlarını etkilemiştir. Diderot, Körler Üstüne Mektup'unda Berkeley'in sistemi için şöyle demektedir: İnsan zekâsının yüzünü kızarttığı ve bütün sistemlerin en saçması olduğu halde, savaşılması en güç sistem... Berkeley'in özdeği yadsımaya varan büyük yanılgısı, özdek anlayışındaki büyük yanılgısından türemiştir. Özdeği felsefesel bir ulam olarak bir yana itip, onu herhangi somut biçimleri ya da özellikleriyle aynılaştırmak bu gibi saçmalıklara vardırır. bkz. Özdek, Özdekçilik, Tekbencilik, Tinselcilik, Düşüncecilik.
Philosophical Dictionary

Tarihsel Özdekçilik.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Tarihî maddecilik, Fr. Materialisme historique). Toplumsal gelişmenin özdeksel temele dayandığını tanıtlayan Marx'ın öğretisi... Alman düşünürü Karl Marx (1818-1883), tarihi diyalektik yöntemle inceleyerek, toplusla gelişmenin özdeksel temele dayandığını meydana çıkarmıştır. Marx'a gelinceye kadar tarih, metafizik ve bireycvi açılardan ruhsal bir temele dayandırılarak açıklanmaya çalışılıyordu. Bu açılara göre tarih ya tanrı işi, ya tanrısal-doğasal bir planın gerçekleşmesi, ya evrensel ruhun güdümü, ya da üstün insanların düşüncelerinin ürünüdür. Bu çeşitli deyimlerin tümü, nesnel ya da öznel bir ruhçuluğu dilegetirmekteydiler. Onlara göre toplumsal gelişmenin nedeni tek sözle ruhsal bir etkiydi. Buysa pratikle doğrulanamayan bir varsayımdı. Metafizik görüş açık ve kesin bir ruhçuluğa, bireyci görüş gizli ve dolaylı bir ruhçuluğa dayanıyordu. Metafiziğe göre savaşları tanrı yaptırıyordu, bu düzeyde insanların kaderlerine boyun eğmekten başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Bireyciliğe göre savaşları birey (üstün kişi ya da üstün düşünce) yaptırıyordu, bu durumda da insan topluluklarının kaderlerine boyun eğmekten başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Her iki karşılık da kolay ve rahat, tarihsel olayların kendilikleri (mahiyet) incelenmeden varilmiş karşılıklardı. Metafizik ve bireyci öğretiler tarihsel olayların kendiliklerini inceleyemezlerdi, çünkü onlara göre kendililikleri bilinemezdi. Metafizik ve bireyci anlayışa göre kendilik ruh'tur ve ruh yapı olarak bilinemez bir şeydir. İşte özdekçilik bu temel görüşte ağırlığını koymakta ve tarihi de bu temel görüşe uygun olarak çözümlemektedir: Kendilik özdek (madde)tir ve özdek yapı olarak bilinebilir bir şeydir... Tarihsel özdekçiliğe göre tarihsel olayların ya da eşdeyişle toplumsal gelişmenin nedeni özdeksel bir nedendir; tarihi tanrı (metafizik düşünce) ya da üstün insan (bireyci düşünce) değil, insanlar (toplum) yapar. İnsanların düşüncelerinin (fikir) altında sınıflar ve sınıf çatışmaları yatmaktadır. "İnsanlar yaşayacak durumda olmalıdırlar ki tarih yapabilsinler". Yaşayacak durumda olmak demek; yemek, içmek, giyinmek, barınmak için ekonomik eylemde bulunmak demektir. Düşünceleri meydana getiren bu ekonomik eylemlerdir. Çiftçi, çiftçiçe düşündüğünden çiftçi olmuş değildir; çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünmektedir. Ama bu tarihsel zorunluk hiç bir zaman bireyin (fert, kişi) etkinliğini engelleyemez. Çiftçi, çiftçi gibi düşünmek zorundadır ama çiftçi gibi düşünerek içinde yaşadığı ortam ve koşulları etkiler ve değiştirir. Eğer böyle olmasaydı diyalektik düşüncenin vardığı sonuç da, metafizik ve bireyci düşüncelerin vardıkları sonuçlar gibi, kör bir kadercilikten başka bir şey olmazdı. Tarihsel özdekçiliğin açıklanmasında genellikle yanlış anlaşılan bu nokta çok önemlidir. Diyalektik anlayış, bu karşılıklı etki (karşılıklı eylem, interaction) anlayışıdır. Doğasal ve toplumsal bütün fenomenler hem etkilenir hem etkiler. Doğasal gelişmenin belli bir noktasında insan ve bilinç oluşmuştur. artık bilinçli insan da doğasal diyalektiğe katılmış ve kendi tarihini bizzat kendisi yapmaya başlamış bulunmaktadır. bilinçli insan, kendisini değiştiren ve oluşturan koşulları, karşı etkisiyle değiştirmekte ve oluşturmaktadır. Toplumsal bilinç biçimleri üretim ilişkilerine bağlıdırlar ama bir yanda da o üretim ilişkilerini etkilemkete ve değiştirmektedirler. Üretim ilişkileri altyapıdır; üstyapıyı meydana getiren siyasal, dinsel, kültürel bütün değerler altyapıca belirlenir. Ama üstyapı da, altyapıyı belirler ve değiştirir. Bu oluşma, neden-sonuç zincirinde sıralanan mekanik bir oluşma değil, karşılıklı etkiyi kapsayan diyalektik bir oluşmadır. İnsanların tarihi de aynı diyalektik oluşun içindedir ve karşılıklı etkilerin çatışmasıyle gelişmektedir. Tarihte büyük adamların ortaya çıkışı da bu tarihsel gerekirciliğin (tarihî determinizm) zorunluğudur. onları meydana çıkaran, onlara karşı duyulan toplumsal gereksinmedir. Tarihte, ne zaman bir lider gereksinmişse o lider hemen bulunmuştur. Her sınıf liderini kendi toplumsal yapısından çıkarmış ve kendi yapısına uygun bir biçimde belirlemiştir. Büyük adamın ya da liderin rolü, kendi toplumunun koşullarının gerektirdiği doğrultuda belirmiştir. Tarihin gözlenmesi ve incelenmesi bu savı doğrulamakta ve yasalaştırmaktadır. Kişi, toplumsal koşuların gerektirdiği zaman ve gerektirdiği biçimde Sezarlaşır. Sezarlaşınca da Sezar gibi düşünmeye başlar ve Sezarca etkiler. Metafiziğin ileri sürdüğü gibi Sezarca düşünce gökten inmiş ya da kendi kendine oluşmuş değildir. Sezarca düşünce, Sezarlığı gerektiren koşulların ürünüdür... Tarihsel özdekçilik, sosyal evrimin genel yasalarının bilimidir. Tarih, özdekçi diyalektik incelemeyle bilimselleşmiş ve olağanlıklar yığını ya da kader çizgisi olmaktan kurtularak geçerli yasa'lara kavuşmuştur. Bu yasalar şunlardır: Toplumun temeli, üretim biçimidir (üretim biçimi, insanları yaşamak için gereksedikleri bütün şeyleri elde etme biçimidir). İnsanların çeşitli değer ölçülerini kapsayan üsmtyapı, bu temelce belirlenir (insan, bu temel belirlenişle belli bir kültüre, ideolojiye, psikolojiye varır). Belli bir doğrultudaki toplumsal gelişme, üretim ilişkilerinin üretim güçlerine uygunluğu sırasınca ve süresince mümkündür, üretim ilişkileri üretim güçlerine köstek olmaya başladıkları zaman değişme (transformasyon) zorunludur. Üretim biçimi, insanlar arasındaki üretim ilişkileriyle üretim güçlerinin (üretim güçleri; insan, toprak, hammaddeleri, nakine, alet, edinilmiş bilgiler ve benzerleridir) birbirlerine olan karşılıklı etkileriyle belirlenir. Bu karşılıklı etkiler birbirlerini kösteyleyebilirler (örneğin köleci üretim biçiminde fazla üretim, yeni ve pahalı aletler meydana getirdi, ökle sahipleri bu pahalı aletleri işin sonucuna hiç bir ilgi duymayan kölelerin ellerine veremez oldular, üretim ilişkisi üretim gücünü köstekledi ve köleci üretim biçimi zorunlu olarak feodal lüretim biçimine dönüştü). Toplumsal yasalar, insan bilincinden bağımsız bir tarihsel zorunluğa bağlıdır; ancak bu tarihsel zorunluk insanların eylemlerinden doğan bir zorunluktur, insan etkisinden bağımsız bir zorunluk değildir. Daha açık bir deyişle örneğin köleci üretim biçiminden feodal üretim biçimine geçiş, geceden sonra gündüzün oluşu gibi insan dışı bir olgu değil, insan eyleminin meydana getirdiği bir olgudur. Pek açıktır ki insan olmasa toplumsal olay olmaz, toplumsal olay olmayınca toplumsal yasa belirmezdi. Yasalarıyle birlikte toplumsallık ya da tarih, bizatihi insancalık demektir... İnsanların tarihi, temel belirleyici açısından bakılınca, şöyle sıralanmaktadır: İlkel toplum (üretim biçimi kolektiftir ve özel mülkiyet yoktur), köleci toplum (üretim ana karakter olarak köleler üstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), feodal toplum (üretim ana karakter olarak toprak küstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), anamalcı toplum (üretim ana karakter olarak üretim araçları üstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), toplumcu toplum (üretim, üretim araçlarının kolektifleştirilmesiyle biçimlenmiştir)... Bu sıralama, Batı uygarlığının evrim çizgisini verir. Yunan mucizesi adı verilen üretim biçiminden yola çıkan bu evrim çizgileri, tarihsel bir zorunluk olarak, anamalcı bir düzeye ulaşmıştır. Temelinde kolektif bir üretim biçimi yattığı için sonunda, daha üstün bir düzeyde olmak üzere, gene kolektif bir üretim biçimine varacaktır. Her aşama, insanlar arasındaki üretim ilişkilerini üretim güçlerine destek olacak biçimde düzenlemek için gerçekleşmiştir. Ne var ki, gene her aşamada, önce üretim güçlerinin geliştiricisi durumuna geçen üretim ilişkileri, bir süre sonra üretim güçlerinin köstekleyicisi durumuna dönüşmüş ve bir üst aşamaya dönüşmeyi zorunlu kılmıştır. Her toplum bu aşamalardan geçmiş ya da geçecek midir? Bu soru, tarihsel diyalektik açısından kesin olarak şu karşılığı alır: Hayır. Ortam ve koşullara göre çeşitlenen sayısız evrim çizgileri vardır. Bu evrim çizgilerinden, yukarda sıralanan aşamaları gerçekleştiren biri, önce eski Yunan'da, sonra Roma'da özel mülkiyetle mal üretimini bir arada bulunmak üzere gerçekleştirmiştir. Eski Yunanlıların açtığı bu evrim çizgisi belli aşamalardan geçerek mülklülükle mülksüzlüğü en aşırı biçimde uçlaştıran sanayi anamalcılığına dönüşmüştür. Toplumcu üretim biçimine imkân hazırlayan evrim çizgisi, sadece eski Yunan'ın yön verdiği bu çizgidir. Yoksa her evrim çizgisi böylesine aşamalardan geçecek değildir. Ne var ki bu evrim çizgisi, pek uygun iç çelişmesi gereği hızla gelişerek hemen bütün dünyayı kaplamış ve öteki evrim çizgilerini kendi evrimiyle bağımlı kılmıştır. Bu çizgi, sınıflı toplumu, hem kendisince meydana getirilen anamalcı toplumca hem de başka evrim çizgilerinde bulunduklarından ötürü bu aşamalar çizgisinin dışında bulunan toplumlarca, aşabilmek şartlarını hazırladığı ve "kendi özel akışı içinde evrensel bir sonuca vardığı" için tipiktir. Bu çizgi, bir dünya piyasasının kuruluşunu sağlamış ve az gelişmiş toplumların özel ortam ve koşullarını gelişmiş anamalcı toplumların ortam ve koşullarıyle bağımlı kılarak onların evrimlerini kendi evrimiyle şartlandırmıştır. "Kapitalist üretimin çağdaşlığı, tarım topluluklarına, bu topluluklardaki emeği geniş çapta organize edecek maddî şartları hazır bir halde sunmaktadır. Tarım toplulukları, kapitalist sistemin getirdiği olumlu yanı kapitalist sistemin çektiklerini çekmeksizin alıp kendilerine mal edebilirler. Böylece, parça parça yapılan tarımdan kombine makine tarımına geçebelir ve bugünkü biçimleri içinde normal bir duruma geldikten sonra modern toplumun yöneldiği ekonomik sistemin dolaysız hareket noktası haline gelip, modern toplumun intiharıyle işe başlamaksızın, deri değiştirebilirler". Karl Marx'ın bu sözleri, bu konuda ve özellikle Asya tipi üretim biçimi üstünde yapılan bütün tartışmaları ve yanlış anlayışları çözümleyecek açıklıktadır... Tarihin, ana çizgileri içinde, bu sıralanaşı toplumun ekonomik koşullarla lbirlikte değiştiğini göstermektedir. İnsanların tarihsel eylemlerinin temelinde ekonomik kouşlların doğurduğu sınıflar ve sınıf çatışmaları yatmaktadır. Tarihi açıklayan, insanlar arasındaki bu sınıf çatışmalarıdır. Tarihsel özdekçiliğin açıklanışında yanlış anlaşılan noktalardan biri de sosyalist toplumun gerçekleşmesiyle evrimin son bulacağı ya da bütün çatışmaların sona ereceği sanısıdır. Sosyalist toplumda uzlaştırılamaz (antagonist) sınıf karşıtlıkları son bulacaktır ama toplumsal evrimin genel yasası olan çatışma devam edecektir. örneğin üretimle tüketim arasında, üretimin çeşitli kolları arasında, üretici güçlerin gelişme yolları üstüne dikilen çeşitli engeller arasında sayısız karşıtlıklar çatışacaklar ve to4plumsal evrimi sürdüreceklerdir... Tarihsel özdekçilik, Merksçı felsefenin eytişimsel özdekçilik'e temel olan ve onunla bağımlı bulunan bölümüdür. Toplumsal olayların gerçek nedenlerini açıklamak ve ideolojik olayları bu nedenlerle bağımlı kılmakla yeni ve açık bir dünya görüşü getirmiştir. Doğa ve toplum bütünlüğü bu dünya görüşünün başlıca niteliğidir. Toplumun da, doğa, gibi kendine özgü nesnel yasalarla geliştiği ve bu yasaların da, doğa yasaları gibi, zorunlu bulunduğu tarihsel özdekçilikle meydana konmuştur. Bu yasaların işleyişinde nesnel etmenle öznel etmenin kopmaz bağımlılığı gün ışığına çıkmıştır ki bu ancak diyalektik bir anlayışla kavranabilirdi. bkz. Eytişimsel Özdekçilik, Marksçılık, Eytişim Yöntemi, Toplumculuk, Özgürlük, Zorunluk, Kuram ve Kılgı, Anamalcılık, Tekelci Anamalcılık, Anamalın Organik Bileşimi, Artık-Değer, Emek.