Çelişme.
Çelişme.
(Philosophical Dictionary) :
(Os. Tenakuz, Fr., Al, İng. Contradiction, İt. Contraddizione). Doğa ve toplum bütününün gelişme yasası... Doğa, toplum ve düşünce bütünlüğü; tek sözle bilinçli insanı da içine alan evren, çelişerek oluşmaktadır. en küçük özdek (madde) parçasından en büyük evrensel yapıya akadar bütün şeyleri oluşturan geliştirici çelişmedir. Atom çekirdeği, küçük bir kumtanesi, dalındaki elma, insan bilinci, insanlar arası ilişkilerden meydana gelen toplum, yıldızlar ve hepsinin bütünlüğü olan evren çelişmelerle gelişir. Her zerredeki devimi (hareket) çelişme sağlar. Bilimsel deney ve gözlemlerin yardımından yoksun bulunan ilk düşünceler, özdeği kımıldatan gücün bir ilk neden (arşe) olması gerektiğini ileri sürmüştü. Bilimsel araştırmalar, devimin, bir dış etkeni gerektirmediğini ve özdeğin kendi içindeki çelişmeden doğduğunu tanıtladı. Bu tanıt, yüzyıllardan beri insan kafasını kurcalayan ve onu ruhçuluk düşlerine kadar sürükleyen bütün soruları aydınlatıyordu. Özdek, bizzat ve kendiliğinden devimdi, hiç bir zaman durgun olmamıştı, sonsuzca durmayacaktı. Bir ilk neden ya da hareket ettirici dış etken düşlemek gerekmiyordu. ilk neden gerekmediğin göre son ereği düşlemenin de hiç bir anlamı kalmamıştı. Bir başlangıç olmadığı gibi, bir son da olmayacaktı. Evrensel serüven, başlangıçsız ve sonsuz bir gelişmeler süreciydi. Bu süreç, sayısız ve sonsuz devim biçimleriyle sayısız ve sonsuz özdek biçimlerine dönüşerek, her an daha yüksek bir düzeyde ve daha ilerlemiş bir aşamada gerçekleşiyordu. Çelişmeyi sağlayan her nesne ve olayda, sayısız karşıtlıklardı (zıtlıklar). Her süreç, iç ve dış olak üzere, çeşitli çelişmelerle gelişmekteydi. Bu iç ve dış çelişmeler arasında temel olan, iç çelişmelerdi. Isıyla yumurta civcivliğe dönüşüryordu ama ısıyla taş civcivliğe dönüşmüyordu. İç çelişmeler arasında da bir ana çelişme, gelişmeye yön veriyordu. Ana çelişmenin her iki ucu birbiren eşit güçte değildi, bir ana uç öbür uçtan daha güçlüydü ve gelişmeyi kendi yönüne çekiyordu. Her çelişme sürecindeki iki uç hem bileşme hem çatışma halindeydiler, birbirlerini hem itiyor hem çekiyorlardı. Ne var ki bileşme geçici, çatışma sürekliydi. Öyleyse karşıtların birliği ve çatışması olayında da temel olan çatışmaydı... Bu gerçeği ütün bir sezişle ilk gören düşünür, antik çağ Yunan düşüncesinin büyük ustası Herakleitos'tur (576-480). Herakleitos, çelişmeyi savaş (polemos) sözcüğüyle dilegetirmişti. Her şey her şeyle savaşmaktaydı ve bu savaşla "bir şeyden birçok şeyler ve hir şey" oluşuyordu. Antik çağ Yunan düşüncesinde Elealılar ve ilk şüpheciler, örneğin Zenon ve Pyrrhon, bu çelişmelerin çözülemeyeceği ve onları yok saymak gerektiği kanısına varmışlardı. Çelişmeyi yok sayınca nesnelerin gerçek yapılarını araştırmaktan da vazgeçmek gerekirdi, öyleyse nesneler bilinemez ve kavranamazdı. Bilinemezciliğin (ag2nostisizm) tohumları, çelişmeleri çözememekten doğan umutsuzlukla atılmıştı. Bu halde de doğaüstü güçlere sığınmaktan başka çıkar bir yol kalmıyordu. Yüzyıllarca sonra Alman düşünürü Friedrich Hegel (1770-1831), Herakleitos'un ustaca sezisini bütün gerçekliğiyle açıkladı. "varlık bizzat bir zıtlıktı" ve varlığı harekete getiren, geliştiren yasa da çelişmeden başka bir şey değildi. alman düşünürleri Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895), Hegel'in idealist bir düzeyde gerçekleştirdiği bu üstün başarısını, diyalektik ve tarihsel özdekçiliğe uygulayarak gerçek ve bilimsel anlamına kavuşturdular: Doğasal ve toplumsal her şey, çelişmeyi içinde taşıdığı için değişmekte ve gelişmektedir. Her şeyde "geriye dönüşlere rağmen, ileriye doğru bir gelişme var"dır. Gelişme, birin, belli bir anda, hem kendisiyle aynı olması hem kendisiyle aynı olmamasıdır (Fr. Identique - non identique). Bir şey, hem kendisi kalmakta hem de sürekli olarak değişmektedir. Örneğin canlı bir insan, hem canlı (kendisiyle aynı) kalmakta hem de sürekli olarak ölmektedir (kendisiyle aynı kalmayıp değişmektedir). Canlı vücutların içinde bile canlılık, ölen hücrelerin sürekli olarak yeni doğanlara yerlerini bırakmalarıyle mümkündür. Her şey, kendi karşıtına (sıddına) dönüşür. Çünkü her şey kendi karşıtını içinde taşır, aynı zamanda hem kendini hem de karşıtını içermektedir. Örneğin canlı bir varlığın içinde hem canlılık (hayat) hem de cansızlık (ölüm) vardır. Bir varlığı canlı kılan, içinde taşıdığı canlılık cansızlık çelişmesidir. Çelişme bittiği an canlılık da biter ve karşıtı olan cansızlığa dönüşür. Canlılık ya da hayat böyle olduğu gibi cansızlık ya da ölüm de böyledir. Ölüm de, hayat gibi, içinde taşıdığı cansızlık-canlılık çelişmesiyle var kalır. Örneğin ölülerin saç, sakal ve tırnakları uzamakta devam eder; kanları canlıdır ve bir hastaya verilerek o hasta canlandırılabilir. Cansızlığın içindeki bu çelişme bittiği an cansızlık da biter ve bitkiye dönüşür. Her şeyin karşıtına dönüşmesi, bir mekiğin hareketi gibi aynı düzeyde bir karşılıklı gidiş geliş değildir, sürekli olarak daha yüksek bir düzeyi ve daha üstün bir aşamayı gerçekleştirmedir. Örneğin bir yumurta tavukluğa dönüşür, tavuk da birçok yumurtalara dönüşür. Her şeyin, bizzat içinde taşıdığı kendi karşıtına dönüşmesi bir gelişmeyi (tekâmül) gerçekleştirir. Evrim, birbirinin karşıtı bulunan güçlerin çelişmesinin (Herakleitos'un deyimiyle savaşının) ürünüdür. Üstün aşamalar (Herakleitos'un deyimiyle bir şeyden birçok şey ve her şey) böylelikle oluşur. Bu yasa, doğasal olgularda böyle olduğu gibi toplumsal ve düşünsel olgularda da böyledir. Örneğin her bilim, bir bilgi-bilgisizlik çelişmesini taşıdığı sürece vardır. Bu çelişme bittiği anda o bilim, daha üstün bir bilime erişmek üzere, bilgisizliğe dönüşür. Saltık (mutlak) bir bilgi olamayacağı gibi saltık bir bilgisizlik de olamaz. Bu gerçeği göremeyen metafizik ve bireyci görüşler bilgiyi yadsırlar ve bilinemezciliğe (agnostisizm) düşerler. Öğrenilecek bir şey, sonsuzca var olacaktır. "Bilginin konusu tükenmez". Her zaman için de "şimdi doğru görünenin sonradan belireecek yanlış bir yanı ve bugün yanlış bildiğimizin zamanında doğru görünmüş bir yanı vardır. Bilgi, kazınılmaz olarak sınırlı ve elde edilen koşullarıyle bağımlıdır. Metafizik ve bireyci dünya görüşleri, bu gerçekten de bilginin göreli (izafî) olduğu ve saltık (mutlak) bir bilgi olamayacağı sonucunu çıkarırlar. Oysa her sırırlı ve sınırlı olduğu için de göreli olan bilgi, kendisinde bir saltıklık taşır ve saltıklık doğrultusunda gelişir. Örneğin ilk düşüncelerden beri hayatın su, hava, ateş ve başkalarından ibaret olduğunu savunan, kendi bilgi koşullarıyle bağımlı ve sınırlı, bir zaman için doğru kalıp bir zaman sonra yanlış yanlaı görülmüş bilgiler her zaman, hayatın özdeksel olduğu saltıklığını içermişlerdir. Örneğin yayatın ateşten ibaret olduğu bilgisi, yanlış yanı meydana çıkıncca, daha üstün bir düzeydeki bilgiye erişmek üzere bilgisizliğe (kendi karışıtına) dönüşmüştür. Bilgi-bilgisizlik çelişmesi, koşullarıyle bağımlı ve sınırlı yollardan geçerek, insan bilgisini bilim saltıklığı doğrultusunda gerçekleştirmekdir. Bir gün yerlerini daha üstün ilâçlara bırakmış olan eski ilâçlar, bir zamanlar pratik olarak işe yaramış ve birçok hayatlar kurtarmıştır. Bugün yanlış yanı görülmüş olan mekanist gerekircilik yöntemi, bir zamanlar güneşin gökteki durumunu hesaplamak ve birçok büyük makineler yapmak imkânını sağlamıştır. ama bu yöntemin daha girift (örneğin fizyolojik süreçler, biyolojik olaylar, insanların toplumsal eylemleri) fenomenlerin çözümüne yetmediği görülmüştür. Pek açıktır ki her bilgi, doğru-yanlış çelişmesini içinde taşımakta ve doğrunun saltıklığı doğrultusunde gelişmektedir. Her şey, çelişmeyi meydana getiren bir kaşıtlar birliğidir. Bu birlik, bir toplam değil, zorunlu bir birlikteliktir. Herhangi bir bilgide doğru-yanlış birliği, zorunlu bir birliktelik olmayıp da bir doğruyla yanlış toplamı olsaydı, yanılş atılıp doğru alıkonabilirdi. Metafizik ve bireyci dünya görüşlerinin, bu özdeksel gerçeğe bir kez daha boyun eğerek bu ayırmayı yapabileceklerini sanmaları, örneğin köleci-köle çelişmesinde köleyi atarak kölecinin alıkonabileceğini ve büylelikle toplumun düzeltilebileceğini savunmaları, bu birlikteliği göremeyişlerindedir. Köleci-köle çelişmesinde ki birlik, bir toplam olmadığı için, birbirini gerekli kolar; Kölecinin bulunduğu her yerde köle de var olmak zorundadır. Bu yüzdendir ki örneğin köle olduğu gibi atılıp köleci olduğu gibi alıkonamaz, ancak kölenin köleciye daha üstün bir düzeyde dönüşmesi mümkündür. Bu üstün düzey, örneğin Alman dünürü Max Scheler'in sandığı gibi bir uyuşma (örneğin sıcak ve soğuk suların karışımıyle elde edilen ılınma) da değildir, yepyeni ve üstün bir olgudur. Doğalsal ve toplumsal ya da düşünsel her şey, kendi içinde kendisi-karşıtı çelişmesini taşıdığı sürece vardır ve bu çelişmeyle değişir. Karşıtlar, sürekli olarak çatışma halindedirler ve değişme bu çatışmadan doğmaktadır. Gelişerek değişme, çatışmanın aşılması ve çözümüdür. Çelişme, eytişimsel bilginin temel yasasıdır. eytişimi bilmek, devimin ve gelişmenin kaynağı olan çelişmeyi bilmek demektir. Yüzyıllardan beri insan bilgisine eğemen olan metafizik dünya görüşü çelişmenin varlığını yadsımakla eytişimsel dünya görüşünden ayrılır. Metafiziğin bu temel yanılgısı biçimsel matığın soyut kavramlarda aradığı çelişmezlik niteliğini doğada, toplumda ve bunladan yansıyarak oluşan insan bilincinin gelişme sürecinde de aramış olmasıdır. bkz. Çelişme İlkesi, Çelişmezlik, Eytişim, Eytişim Yöntemi, Metafizik Yöntem, Eştişimsel Özdekçilik, Çelişik.
Mantıksal Çelişme.
(Philosophical Dictionary) :
(Os. Mübayenet-i mantıkıyye, Fr. Logique-paradoxe, İng. Logical paradoxe). Hem doğruluk, hem yanlışlık niteliğini taşıyan çelişme... Olgucu mantıkçılar buna ikame paradoksu derler. Berttrand Russell mantık edebiyatında pek ünlenen şu örneği verir (bkz. Russell, On Denoting, s. 108): "Kral George IV. Walter Scott'un Waverley'in yazarı olup olmadığını bilmek istiyordu' önermesi doğrudur, çünkü Scott ilk romanı olan The Waverley Novels'i takma adla yayımlamıştı. Kral bunu Scot'tan sormuş o da Waverley'in yazarı olmadığı karşılığını vermişti. Oysa "Waverley'in yazarı Scott'tu" önermesi de doğrudur, çünkü öyleydi. Şimdi bu iki doğru önermeden Waverley'in yazarı deyiminin yerine Scott deyimini ikame ederek yapacağımız "Kral George IV. Scoott'un Scott olup olmadığını bilmek istiyordu" önermesi hem doğru hem yanlıştır, logiqueparadoxe'tur. Doğrudur, çünkü ilkece hiç bir noksanlığı yoktur. Yanlıştır, çünkü kral özdeşlik ilkesini ileri sürmek isteyen bir filozof değildir. bkz. Mantık, Yeni Olguculuk.